Ömrünü Filistin davasına adamış biri: Yaser Arafat

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yıl 1952, üniversite yıllarında olan Yaser Arafat ve arkadaşları için büyük bir dönüm noktasının yılı. Mısır’da Cemal Abdünnâsır liderliğinde bir grup asker, “Hür Subaylar Hareketi” adı altında örgütlenerek Kral Faruk’u devirdi. Mısır’da esen değişim rüzgarı, Arafat başta olmak üzere üniversite öğrencileri tarafından oldukça olumlu karşılanmıştı. Üniversitenin Öğrenci Derneği Başkanı olan Arafat, devrim konseyi tarafından cumhurbaşkanı seçilen General Muhammed Necib ile Başkanlık Sarayı’nda bir araya gelerek sadakatini belirtti. Arafat’ın bir siyasî lider ile yan yana poz vereceği ilk fotoğrafta bu görüşmeden sonra çekilecekti. Arafat ve yeni Mısır hükümeti arasındaki iyi ilişkiler 1954 yılında sekteye uğrayacaktı. Nasır ile İhvan arasında artan gerilim had safhaya ulaşmıştı. Aynı senenin Ekim ayında Nasır’a İskenderiye’de konuşma yaparken suikast girişiminde bulunulması Müslüman Kardeşler’e yönelik büyük bir tutuklanma dalgasını başlattı. Arafat da Nasır’ın gazabından payına düşeni alarak ilk tutuklanmasını bu dönemde yaşadı.

Siyaset yolundaki yürüyüşünü hızlandıran Arafat, 10 Ekim 1959’da bir apartman dairesinde az sayıdaki Filistinliler eşliğinde el-Fetih’i kurmuştu. Ancak örgütün isimlendirilmesinde bir problem vardı. Arapça “Hareket Tahrir el-Filistin” olarak isimlendirilen örgütün kısaltması, ölüm manasına gelen “ha-te-fe” harflerinden oluşuyordu. Duruma müdahale eden Arafat, devrimin insanları ölüm yerine zafere götürdüğünü ifade ettikten sonra harfleri ters çevirmeyi teklif etti. Teklifin kabul edilmesiyle kurulan örgüt, el-Fetih olarak zihinlere kazınacaktı.

1961 senesinde Suriye’nin ve Nasır yönetimindeki Mısır’ın Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden ayrılıp tekrardan bağımsız ülkelere dönüşmesi, Filistin’in kurtuluşunu Arap Birliği’nde görenler için büyük bir hezimet olmuştu. Nasır’ın karizmasını da sarsan bu olaydan sonra el-Fetih’in temsilcileri, Suriye’ye bir seyahat düzenleme kararı aldı. Suriye ordusunda subay olarak görev alan Ahmed Cibril ile iletişime geçen Arafat, kıyıda köşede duran örgütünü iyice güçlendirecek bir fırsat bulmuştu. Kısa süre içerisinde Suriye’deki gerillaların lideri olan Arafat, Filistinlilerden oluşan bir askerî güç kurmak için düğmeye bastı. Artık mülteci kamplarındaki Filistinliler büyük kalabalıklar halinde el-Fetih’e katılıyorlardı.

1964 senesinin son günü olan 31 Aralık’ta örgüt, fırtına manasına gelen “el-Asıfe” başlığıyla bir bildiri yayınlayarak İsrail’e karşı ilk askerî operasyonu düzenlendiğini ilân etti. Ancak Arafat’ın bu ilk hamlesi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Sızma eylemini yapacak olan dört el-Fetih mensubu, Lübnan askerleri tarafından yaka paça gözaltına alındı. İsrail’e karşı başarısız ve kısmen başarılı operasyonlar 31 Aralık gününden itibaren devam edecekti. El-Fetih üyeleri, gizlilik içerisinde eylemlerinde devam ederken Arafat, güvenebileceği bir destek bulmak istiyordu. Hiç şüphesiz aklına gelen ilk isim Mısır’ın lideri Nasır oldu. Ancak Nasır, Arafat ile görüşmeyi reddetmişti. Bunu üzerine Arafat yüzünü Suriye’ye çevirdi.

974 yılının Ekim ayında Rabat’ta düzenlenen Arap Zirvesi’nde FKÖ, Filistin halkının “meşru” tek temsilcisi olarak tanınacaktı. Bu karar, Arafat’ın şimdiye kadar ki en büyük başarılarından biri olmuştu. Zira yaklaşık bir ay sonra BM’den Arafat’a bir davet mektubu geldi. 22 Kasım’da Genel Kurul’a hitap etmek için kürsüye alkış tufanı eşliğinde giden Arafat, hafızalara kazınacak şu sözleri söyleyecekti: “Bir elimde zeytin dalı, bir elimde özgürlük savaşçısının silahı. O zeytin dalının elimden kayıp gitmesine müsaade etmeyin.”

Genel Kurul dönüşü Arafat, Beyrut’a dönmüştü. O dönemde Filistinliler Lübnan nüfusunun yaklaşık %35’ini oluşturmaktaydı. Ürdün yenilgisinin ardından Lübnan, Arafat’ın yeniden toparlanması için biçilmiş kaftandı. 1975’e gelindiğinde Hristiyan milis güçlerinin liderleri, ülkedeki Filistinli varlığına son vermek maksadıyla CIA ve İsrail ile temasa geçmişlerdi. 13 Mart gününde harekete geçen milisler, Filistinlileri taşıyan bir otobüsü basarak 28 kişiyi vahşice katlettiler

9 Aralık 1987 tarihinde Gazze Şeridi’nde yaşanacak bir olay, tam altı yıl sürecek bir başkaldırıyı başlatacaktı. İsrailli bir kamyon şoförü, dört Filistinli işçiyi ezerek öldürmüş yedisini de yaralamıştı. Görgü tanıkları, bunun bir kazadan ziyade cinayet olduğuna şahitlik etmişlerdi. Filistinlilerin ölümle burun buruna geldikleri ilk olay bu değildi; fakat yaşananlar öfke sınırlarını altüst etmeye yetmişti. İntifadanın askerî sorumlusu FKÖ’nün üst düzey yöneticisi ve Arafat’ın dostu Ebu Cihad idi. Tunus’tan olayları yönettiği sırada baskına uğrayan Ebu Cihad, dört kişilik bir suikast timi tarafından karısının ve kızının gözü önünde öldürülecekti.

Arafat, bu saatten sonra artık New York’ta düzenlenecek olan BM toplantısını beklemeye koyuldu. Toplantı günü yaklaştığında ise hesapta olmayan bir şey yaşanacaktı. Arafat’ın ABD’ye yaptığı vize başvurusu reddedilmişti. Duruma müdahil olan Mısır ve Ürdün, toplantının New York’tan Cenevre’ye alınması çağrısında bulundu. Bu talebi 121 ülke kabul ederken ret oyu kullanan iki ülke ABD ve İsrail olmuştu.

Amerika ve müttefiklerinin Irak’a saldırmasından yaklaşık iki gün önce Arafat kötü bir haber alacaktı. Ebu Cihad’ın ardından bir diğer dostu Ebu İyad, Tunus yakınlarındaki Kartaca’da suikasta kurban gitmişti. El-Fetih’in kurucularından olan Ebu İyad’ın ölümü, FKÖ için büyük bir kayıptı. Örgütün düşünen beyni olarak tasvir edilen Ebu İyad “resmî itirazcı” rolündeydi. Arafat’ın sürekli daha ileri görmesini sağlamaktaydı. Arafat, Ebu İyad’ın ölümünden yaklaşık bir sene sonra onun hakkında şu sözleri söyleyecekti: “O öldüğünde gerçek bir öksüz oldum. Benim en sıkıntılı dönemlerimde ‘Şimdi ne yapıyoruz?’ diye sorabileceğim son kişiydi.”

7 Nisan 1992’de gününde Arafat bir kez daha ölümle burun buruna gelmişti. Ancak bu kez buna sebep olan İsrail değil, bir uçaktı. Sudan’da Ömer el-Beşir ile yaptığı görüşmeden sonra Tunus’a hareket eden Arafat ve beraberindekiler, Libya üzerinde şiddetli bir kum fırtınasına yakalanmışlardı. Uçağın radar ekranında kaybolması ve radyo bağlantısının kesilmesi gündeme bomba gibi düşerek ajanslara “Arafat Libya çölünde kayboldu.” şeklinde yansımıştı. Zorunlu iniş kararı alan pilotlar tüm hünerlerini sergileyerek en az hasarla uçağı indirmeye çalıştılar. Bu iniş neticesinde iki pilot ve uçak teknisyeni hayatını kaybederken Arafat ve beraberindekiler yaralı olarak kurtuldular.

Resmî olarak yapılan görüşmelerin aksine Norveç’te, bir orman içinde bulunan konakta bazı gizli görüşmeler yapılmaktaydı. Oslo’da yürütülen görüşmeler, oldukça ılımlı bir havada devam etmekteydi. Müzakerelerin iyi gidişatı neticesinde FKÖ Yürütme Komitesi üyesi Ebu Mazen ile İsrail Dışişleri Bakanlığı genel müdürü Uri Savir de gruba dâhil olmuştu. Zaman içerisinde Arafat ile İsrail Dışişleri Başkanı Peres, Oslo görüşmelerine ilgi duymaya başladı. Arafat, oldukça yol kat edilen görüşmelerin bir sonucu olarak 1993’ün haziran ayında İsrail Cumhurbaşkanı İzak Rabin’e protokol ağzını bir kenara bırakarak gizli bir mektup göndermişti. Ağustos ayında varılan anlaşmanın imza töreni Eylül ayında halka açık bir şekilde Beyaz Saray’ın çimleri üzerinde yapıldı. Anlaşma neticesinde Filistin’in kontrolündeki Batı Şeria ile Gazze’ye kendi kendini yönetme hakkı verilmiş ve Filistin Yönetimi’nin varlığı da resmen tanınmıştı.

Artık Arafat’a göre bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını vaat eden süreç başlamıştı. Kahire’de bir araya gelen taraflar, beş yıl içerisinde gerçekleşmesi gereken özerk bir Filistin yönetimini işleme koyan anlaşma için hazırdılar. Anlaşmayla birlikte Arafat için topraklarına kesin dönüş yapmanın vakti de gelmişti. Uzun bir ayrılık, Refah Sınır Kapısı’ndan Gazze topraklarına ayak basmasıyla bitti. Vakit kaybetmeden siyasî bürosunda çalışmalara başlayan Arafat, ilk toplantıları da düzenlemeye başlamıştı. Arafat, güvenlik güçlerinin örgütlenmesinin üzerinde durmuştu. Zira artık yabancı bir ülkede değillerdi ve daha geniş bir hareket alanına sahip olmuşlardı.

Anlaşmadan yaklaşık bir ay sonra İsrail Cumhurbaşkanı Rabin’e yapılacak suikast dünyayı sarsacaktı. Yigal Amir adındaki Yahudi bir üniversite öğrencisi “Yahudi halkının haini” olarak nitelendirilen Rabin’i, bir hahamın fetvasına dayanarak üç kurşunla öldürmüştü. Arafat haberi aldığında şok olmuş ve duygusal anlar yaşamıştı. Cenazeye katılma isteği “güvenlik nedeniyle” İsrail makamları tarafından reddedilmişti.

İsrail’in yapılan anlaşmaları ihlal etme alışkanlığı, Arafat nazarında artık çekilmez bir hal almaktaydı. Ayrıca karşısında muhatap bulamaması işleri daha da karmaşık bir hale getiriyordu. İsrail siyasetinde söz sahibi olan Netanyahu’ya göre yapılan anlaşmalar İsrail için birer tuzaktı. Keza Arafat onun için teröristten öte değildi. Netanyahu’nun kendine has olan bu siyasî tavrı, anlaşmaları tam anlamıyla baltalayacaktı. Netanyahu’nun Kudüs sokaklarında oynadığı tehlikeli oyun ikinci intifadayı başlatmıştı. Kudüs’te varlığı milattan önce 1’inci yüzyıla dayanan bir tünel onun özel izniyle açılmıştı. Filistinliler için bu hamle kutsal olan Kudüs’e bir saldırıydı. Oslo Anlaşmalarından bu yana ilk kez Filistin topraklarında bu kadar şiddetli eylemler görülmekteydi. Olayı kontrol altına alamayan Netanyahu, Arafat ile görüşme istemişti. Bill Clinton’ın da dâhil olduğu bir toplantıda Arafat ile Netanyahu, yaklaşık dört saat boyunca durumu müzakere etme fırsatı bulmuşlardı.

İsrail’de 1999 yılında yapılan seçimler sonucunda Ehud Barak’ın zafer kazanması barıştan yana olan Arafat için bir umut ışığıydı. Zira Barak, Rabin’in partisine mensuptu ve onu politikalarını yeniden ele alabilirdi. Oslo’da filizlenmeye başlayan barış nüvelerinin çürümesinden korkan ABD Başkanı Bill Clinton, tarafları ülkesine davet etti. 5 Temmuz’da başlayan ve yirmi gün süren zirveden olumlu hiçbir sonuç alınamadı.

Şaron, Arafat’ın barış müzakereleri isteğini reddetmişti. Onun ABD ile temasları da meyvesini verecek, Başkan Bush konuşmalarında artık “yeni ve farklı bir Filistin yönetiminden” bahsedecekti. Bunun yanı sıra Şaron’un başarılı askerî operasyonları, tam anlamıyla Arafat’ı soyutlamayı başarmıştı. Şaron, artık son hamleyi Arafat’a indirmişti. Arafat’ı Ramallah’taki ofisinde kuşatarak fiilen etkisiz hale getirdi. Ekim 2004’te görünüşe göre çökmüş olan, yardım alamadan dahi yürüyemeyen Arafat’ın tıbbi bir müdahaleye ihtiyacı oldu aşikardı. Mücadele ettiği topraklardan zafer işareti yaparak ayrılan liderin yeni durağı Fransa olmuştu. Paris’te 11 Kasım 2004’te vefat eden Arafat’ın ölüm sebebi söylenmedi.

Kaynak: GZT

Fotoğraf: GETTY

Aykut FİLİZ

Takip Et
Bildir
guest
Kimse görmeyecek. Yorumunuza cevap yazıldığında bildirim almak için. (İsteğe Bağlı)

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Habere yorum yapabilirsiniz.x