Balık kokusu

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Eğer bir kedinin sizi rahatsız etmesini istemiyorsanız onun gözleri önünde balığınızı ayıklamaktan vazgeçmelisiniz. Aksi halde keskin ve mahzun bakışları tarafından rahatsız olmayı göze almalısınız.

Halının bir köşesinde tembel tembel uzanan bir kedinin bile devasa müzelerin soğuk duvarlarını süsleyen bir Guernica tablosundan daha büyüleyici olmadığını kim söyleyebilir? O emsalsiz tablo müzayede salonlarında çoğu zenginliğe ve şatafata sığamayacak bir servete dönüşse de, basit bir kediyi tüm ailesiyle birlikte kömürlüğünüzün bir köşesinde ağırlayabilirsiniz. İşte hayat bu kadar basittir dostum. Guernica veya Monalisa tablosu tüm sanatsal zenginliğine rağmen hayalleri ayaklarımızın altına serecek büyülü bir masal olmaktan uzaktır. Fakat kirli patileriyle evin her köşesini dolaşan o pasaklı kedi gerçeklerin yumuşak ve sıcak iklimini tırmalamaya çoktan hazırdır bile. Bir kedi olmayı göze alabilseydik, kuşkusuz fareleri daha iyi anlayabilirdik. Belki de tüm mesele aslında tam olarak ne olduğunu bilmekle başlar. Örneğin kaplumbağalar kabuklarının ağırlığınca ve yavaşlığın sessiz adımlarıyla ilerleyerek zamanı bir testere gibi kullanır. Bu arada kaplumbağaların bir randevuya geç kaldığını kimse görmemiştir. Peki neden? Çünkü dünya onlar için acele edilecek bir yer değildir. Tavşanın o telaşlı ve hızlı hali ise onların hiçbir zaman umurlarında olmamıştır.
Her şey bizim şu ihtiyar zamanı ölçmemizle, onu hayat ve ölüm arasında sıkışmış bir mekâna sığdırmakla karanlık bir kafese dönüşmüştür adeta. Özgür kalmanın değerini bile, tatlı bir balığı cam bir akvaryuma sığdırırken unuttuk.
Sahibinin kucağında uzunca bir süredir uyuklayan kedicik huzur dolu bir gerinmeden sonra kendi kendine şöyle bir mırıldanır. ‘Balık demişken’, der kedi.
“Siz insanların sözü hiç bitmez mi? Yok yani şu sosyal mesaj verme hevesiniz beni aç bırakmasa sizi sabahlara dek dinlerdim. Ama madem beni şu bilindik pat-şap mı ne, işte o dükkânlardan alıp buralara kadar getirme zahmetinde bulundunuz, madem buna rağmen bu yerde bana söz düşmeyecek, lütfen! Bari bırakın gidip şu leziz yemekler kokan çöplerinizi karıştırayım. Sizi temin ederim ki şu doyumsuz ve aç hevesim bile beni sizin saçmalıklarınızı dinlemekten daha çok oyalar. Hem zaten burnuma leziz bir balık kokusu geliyor, birileri benim için ziyafet mi hazırlıyor ne? Okyanuslarda bunca balık dururken, herhalde şu komşu tavada zıplayan iki balığı çok görmezler bize.”
Ama bizim tembel kedi ıslak sokakların ve kimsesiz insanların mesken tuttuğu şu dış dünyanın, içerisi kadar güvenli olmadığını her seferinde yeniden tecrübe etmek zorunda kalır. Kedi verandaya doğru ilerlerken, eve gelen misafirlerin açık unuttuğu bahçe kapısından koşar adım giren tasmalı bir köpeğin, salyasını akıta akıta ve tozu dumana katarak, yükselip alçalan omuzları altından kabaran göğsü ve korkunç görünümü ile koca bir köpeğin, kendisine doğru koştuğunu görür. “Görünen o ki o taze, nefis balık kokusu başka türlerin de hayalini süslüyormuş,” diye düşünür kedi, üzerine gelen tehlikeyi pek anlamadan. Ama neden sonra saniyeler içinde türüne özgü hareket kabiliyeti ve kıvraklığıyla, eve girmek yerine polisten kaçan bir hırsız gibi hızlıca bahçedeki erik ağacına tırmanır. “Ava giderken avlanmak denen şey bu olsa gerek,” diye düşünerek kahkaha atar kendi kendine.
“Şu köpeklerle olan kadim düşmanlığımız hiç bitmeyecek mi? Hem ben şu ölüm şeytanının dengi miyim ki, bir aptal gibi kendini de beni de küçük düşürmekte yahu! Neyse ki şu köpekler de olmasa ağaca tırmanmayı unutacağız.”
Ağacın ince dalında biraz gerindikten sonra; “Mısırlı atalarımız şimdiki halimizi görse büyük ihtimal, neden bir aslan değil de bir kukla olarak geldiğimizi sorgulamaya başlardı. Antik Mısır saraylarında bir kral gibi ağırlanmak varken, insanların kuklası olmuş ve durmadan şu soytarı sürüsünden kaçıyoruz ve çöpten bulduğumuz bir kaç kemiği de bir düşman tarafından rahatsız edilmeden sıyırdığımız da o günümüzü şanslı sayarız” diye düşünür. Ağacın dibinde biten tasmalı köpek, koca adaleleri ile korku salarken, tüylü kulaklarını dikmiş ve testere gibi dizilmiş o sivri dişlerinin arasından akan salyasına aldırmadan havlayarak söze karışır:
“Sen orada emniyette olduğunu sanıyorsan yanıldığını söylemeliyim. Burada seni saatlerce bir aptal gibi bekleyecek değilim. Yüce gönüllü Sahibim geldiğinde seni o geveze kuşlarla baş başa bırakacağım.” der ve birkaç tepinmeden sonra ağacın dibinde çemberler çizer.
Kedinin uzunca bir zaman ağaçta kaldığını gören yaramaz serçe söze karışır:
-Kalp atışlarının sesine ve kabaran şu tüylerine bakılırsa çok korkmuş olmalısın! Ama yine de bu dalları kendine mesken etmek için pek heveslenme bence, bugün bir köpeğin seni rahatsız ettiğini görmen, yarın bir baykuşun rahatsız etmeyeceğini göstermez. İyisi mi sen buraları gerçek sahiplerine yani bize bırak!
Kedi biraz sıkılgan bir tavırla:

  • Sahipleri kim bu ağaçların? Hangi ağaçtan bahsediyorsun. Bir kuş bir ağaca tünedi ve o ağaç onun meskeni oldu öyle mi? Eğer şaka yapıyorsan önce buna gülecek birilerini bulmalısın.
    Derken kızaran balığın o nefis kokusu çevreye iyice yayılır ve daha bir dayanılmaz olur. Ama komşu ev sahibi sevgiyi olduğu gibi yemeği de paylaşmayı pek seven biri değildi, bunun için de çöp kutusu çoğu zaman kedi ve köpeklerin sadece boş bir hayal kutusundan ötesine gitmiyordu. Hem zaten bazı apartman sakinleri kendi evlerinin olduğu gibi kimsesizlerin yurduna dönüşen şu kör sokakların da sahipleri olduklarını düşünürdü. Çöplerin kenarında bir yemek kutusu görmesinler koro halinde yaygarayı basarlar. Gören de sanır ki tencereden yayılan kokular bir tek onların burunlarında bir ziyafete dönüşür.
    Ve kedi sözlerine devam eder:
    -Ben bir kedi olarak veya bir örümcek ya da şu aşağıda benimle oynamak için can atan, büyük bir hevesle hoplayıp duran bir köpek olarak yaşayabilirdim. Ama bu, benim şu uslanmaz karnımı doyurma isteğini öldüremez. Korku benim için olağan bir hal ama önemli olan onunla nasıl yaşayabileceğimdir. İşte tam da bu yüzden sizin de bu anlamsız korkularınızla yüzleşmenizi isteyeceğim! Hem zaten ağacınızı istila edecek de değilim.
    Kedi tam kuşlara verdiği nutkun samimi sıcaklığını tüm benliğinde yaşarken, köpeğin sahibi koşarak ve telaşla gelir. Yüce gönüllü Sahip birkaç çekiştirmeden sonra, o kedi dostunun tasmasını büyük bir şerefle boynuna geçirir.
  • Ne oldu şimdi! Tasman sana çok mu ağır geldi? Can havliyle peşimden koşarken iyi miydi? Şimdi şu gönlü zengin Sahibin tutsun bakalım şu aptal zincirlerinden!
    Ve bu garip gelişmeye şahit olan serçe yine dayanamayıp kediye sorar:
    -Onun tasması değil mi ki, onu şu kıtlık günlerinde dahi merhametli sahibinin şefkatli ellerinden doyuran. Eğer şu sözüm ona tasması olmasaydı, kim bilir şimdi hangi serseri dostlarıyla, sahibinin huzurlu malikanesinde geçen o mutlu günleri yâd ederdi.
    Kedi kuşun kendisini anlamadığını görerek umutsuz bir çabanın tam ortasında bulur kendini:
    -Siz kuşların hafif kanatları ve küçücük beyinleri olmasaydı deve kuşu olmak için dua ederdiniz, çünkü onlar bile sizden daha ileriyi görüyor! Görünen o ki gökyüzü size fazla güvenli gelmiş.
    Kuş bu sözlere çok öfkelenir ve;
    -Bir kafesin buhranı yüreğinde buruk bir tat bırakmadıysa, bir tasmanın acısını hissetmeni bekleyemem elbet!
    Kuşların en akıllısı olduğunu sanan kuzgun, siyah bir bulut gibi kanatlarını açar ve kızgın bir yıldırım gibi çığlık atarak söze karışır:
    -Sen bizi aptal mı sanıyorsun? Güçlü adaleleri ve güçlü çenesiyle peşinden koşan o vahşi hayvan neden sahibini görünce bir koyundan bile beklenmeyecek bir uysallığa bürünür? Koyunlar dahi sahiplerine daha fazlasını yapamaz. Öyleyse bu bağlılık düşüncesini açlık ve yuva korkusundan başka ne açığa çıkarabilir ki? Bir tasmanın ağırlığını başka ne hafifletebilir söyler misin bana?
    -Ne mi? siz benimle alay mı ediyorsunuz, şu azgın köpekten kaçtım diye sizin maskaranız olmaya hiç niyetim yok. Bence siz gidin şu gak gaklarınızla tarla farelerini, tahta bacakları ve paçavralarıyla peşinizden koşturan o dilsiz şeytanı korkutun!
    Kedinin sahibi bu arada kendisini merak edip evin verandasına çıkmış ve gün batımının serinliği arasında taze havayı ciğerlerine dek çekerek sözüm ona biricik dostunu aramaya koyulmuştur. Bir de ne görsün! Bahçede koca bir köpeğe tasma takmış ve onu çekiştirmeye çalışan bir yabancı ve tüm ihtişamıyla dalları arasından beliren güneşin nazlı renklerini yansıtan o güzelim erik ağacının olgun yemişlerinin en can alıcı renkleriyle çevresini sardığı o sadık ve ürkek dostu. Miyavlamak şöyle dursun mırıldanmak bile aklına gelmeyen bu zavallı kediyi şu yaramaz köpekten ve geveze kuşlardan derhal kurtaracaktı.
    Belli ki bahçeye bu sefer kendisini oyalamak için değil de adeta kurtarmak için gelen biri vardı ve bu kişi nutuk atmayı pek seven o mağrur sahibinden başkası değildi. Belli ki, bu defa onu azgın dişleri ile değil tükenmeyen sözleriyle yoracak uzun bir gece bekliyordu; neyse ki onu tasmasından çekiştirecek bir sahibi yoktu; böyle sıkıcı bir gece yaşanmaya değmez miydi? Hayat her zaman bir balık ziyafetinden ibaret değildi ya!

SON

Yazar: İrfan UĞUR

Takip Et
Bildir
guest
Kimse görmeyecek. Yorumunuza cevap yazıldığında bildirim almak için. (İsteğe Bağlı)

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Habere yorum yapabilirsiniz.x