2500 yıllık şahlığın sona erişi: İran İslam Devrimi, 1979

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Tarihler 1 Şubat 1979’u gösterdiğinde İran’da bir dönem kapanmak üzereydi. Heyecanlı bekleyişler içerisinde, Paris’te sürgünde olan dini lider Ayetullah Humeyni, uçaktan inerek yıllar sonra sürgünden ülkesi İran’a dönmenin heyecanı içerisindeydi. Halkın büyük bir sevgisine mazhar olduğunu gören Humeyni, yeni bir dönemin başlayacağını daha orada halkına belirtmişti. 2500 yıllık şahlık rejimi artık yerini bir İslam cumhuriyetine bırakacaktı.

Ortadoğu coğrafyasında 1979 yılı kargaşanın yılıydı. Bölgedeki birçok ülkede, bazı olumlu ve olumsuz gelişmeler yaşanmaktaydı. İran bunlar içerisinde en büyük değişimin olduğu ülkeydi. Humeyni’nin İran’a gelişinden öncesindeki süreci kısaca bir inceleyelim.

Yıl 1963, Humeynî, ulemanın önemli temsilcilerini Kum’da topladı ve hepsinin onayını aldıktan sonra, 22 Ocak 1963 günü oldukça sert bir bildiri yayımlayarak Şah’ın politikalarını açıkça kınadı. Ardından, 21 Mart günü düzenlenecek Nevruz kutlamalarının da hükümeti protesto için iptalini sağlayan Humeynî, 3 Haziran’da yaptığı bir konuşmada, Şah’la Yezîd arasında paralellik kurarak, “ABD ve İsrail yanlısı” mevcut politikalar değiştirilmediği takdirde, İran halkının günün birinde Şah’a elveda demekten mutlu olacağını duyurdu. Şah bu olayların kendisine büyük zararlar vereceğini düşünerek bu konuda önlemler almak için bir takım girişimler yaptı.

5 Haziran 1963’te tutuklanan Humeynî, sekiz ay boyunca ev hapsinde kaldıktan sonra, 1964’ün başında salıverildi. Bu süreçte İran’ın çeşitli kentlerinde Humeynî lehine düzenlenen gösterilere güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu, 400’e yakın insan hayatını kaybetti. Söz konusu olaylar, İran takvimine göre çatışmaların başladığı aya işaretle, “15 Hurdad Ayaklanması” olarak anılır. Şahın kurduğu istihbarat birimi olan “SAVAK” bu protestolarda şahın karşısında olanlara karşı bir yıldırma politikası izlemeye başladı.

Gözetimli şekilde serbest bırakıldığı 1964 yılı boyunca Şah aleyhine açıklamalarını sürdüren Ayetullah Humeynî, kasım ayında, Şah’ın İran’daki Amerikan askerlerinin yargılamadan muaf tutulmasına dair kararını yüksek sesle protesto edince yeniden tutuklandı. Pehlevî rejimi, Humeynî’yi bu defa ülke sınırları dışına çıkarmaya karar vermiş, bunun için de komşu ülke Türkiye’yi seçmişti. 4 Kasım 1964’te Türkiye’ye sürgün edilen Ayetullah Humeynî, Bursa’da MİT görevlisi Ali Çetiner’in evinde kaldı. Bursa’daki 11 aylık zorunlu ikâmetin ardından, 1965’in ekim ayında Humeynî’ye nihayet Türkiye’den ayrılma izni verildi. O da kendi isteğiyle Irak’ın Necef kentine yerleşti. Humeynî, 1978’de dönemin Devlet Başkan Yardımcısı Saddam Hüseyin’e Şah’ın yaptığı baskı neticesinde ayrılmak durumunda kalıncaya kadar, yaklaşık 13 yıl burada yaşadı. Şah’ın devrilmesinden kısa bir süre önce, son kez Fransa’ya sürgüne giden Humeynî, 1 Şubat 1979’da Tahran’a dönmesine dek geçen sürede, Paris’in batısındaki Neauphle le Château kasabasında ikâmet etti.

Humeynî bu dönemde ayrıca, İran’a kasetler yoluyla sokulup ülkenin bütün şehirlerinde dinlenen tesirli konuşmalar yaparak, Şah’ın şahsını ve iktidarını direkt şekilde hedef almaya devam etti. İran’da rejim karşıtı protestoların giderek yaygınlaşması ve güvenlik güçlerinin kalabalıkların üzerine ateş açmasına paralel olarak, Humeynî’nin kullandığı dil de sertleşti. Şah’ı “Amerikan ajanı”, “Yahudi uşağı” gibi sıfatlarla anan Humeynî’nin üslubu, artık geniş kitlelerce de benimseniyordu.

1975 yılının Haziran ayında, 15 Hurdad Ayaklanması’nın yıl dönümünde Kum’da başlayan ve üç gün devam eden gösteriler, güvenlik güçlerinin saldırısıyla neticelendi. Çok sayıda öğrencinin ölümü, Şah’a karşı öfkeyi daha da yaygınlaştırdı. Humeynî’nin oğlu Mustafa’nın 23 Ekim 1977’de rejimin istihbarat örgütü SAVAK’ın düzenlediği bir saldırıya kurban gitmesi ise, İran’ın bütün şehirlerinde halkın sokaklara dökülmesine yol açtı. Birkaç ay sonra, 7 Şubat 1978 günü rejimin kontrolündeki Ettalaat gazetesinde çıkan ve Humeynî’yi “ülke düşmanlarıyla işbirliği yapan bir hain” olarak tanımlayan yazı ise, Şah’ın devrilmesine giden yolda, köprüden önceki son çıkışın da geçildiğine işaret ediyordu.

Sokakların yeniden hareketlenmesine neden olan yazıdan sonra protesto gösterileri ve rejimin göstericilere yönelik kanlı müdahaleleri artık sürekli hale gelecek, İran halkının öfkesi ise ancak, 16 Ocak 1979’da Şah ve ailesi ülkeyi terk edince hafifleyecekti. Bu süreçte, 19 Ağustos 1978’de Abadan’daki Rex Sineması’nda çıkan yangında 410 kişinin feci şekilde can vermesi, Şah’a yönelik nefretin zirveye tırmanmasına yol açan olaylardan biriydi. Ertesi ay, 8 Eylül’de Tahran’ın merkezindeki Jâle Meydanı’nda güvenlik güçlerinin protestocuların üzerine ateş açmasıyla 88 kişinin hayatını kaybetmesi de yine Şah’ın kaçınılmaz akıbetini yaklaştıran bir gelişmeydi.

Şah, lenf kanserine yakalanmıştı ve kendisini tedavi eden Fransız doktorlar, sokakların kan gölüne döndüğü o sıkıntılı aylarda sıklıkla İran’a gidip gelmeye başlamışlardı. Karısı Farah Diba’nın tesadüfen öğrendiği hastalık, Şah’ın ülkeden ayrılış sürecini hızlandıracak, 16 Ocak 1979’da çıkılan bu son seyahat, İran’da bir dönemin de sonu olacaktı.

Ayetullah Humeynî, Şah’ın ülkeden ayrılmadan başbakan olarak atadığı Şapûr Bahtiyar’ın sağladığı özel izinle, 1 Şubat 1979 günü, sürgünde bulunduğu Fransa’dan İran’a döndü. Kendisini karşılamak için Tahran’a akan insan selinin 4 milyona ulaştığı tahmin ediliyordu. İran’da böylece bir dönem kapanırken, Ayetullah Humeynî’nin hayatının da üçüncü ve son evresi başlıyordu.

İran’da kulaklarda şahın söylediği şu söz yankılandı: “Sen rahat uyu Kiros, bizler uyanığız.”


Kaynak: GZT Mecra

Aykut FİLİZ

Takip Et
Bildir
guest
Kimse görmeyecek. Yorumunuza cevap yazıldığında bildirim almak için. (İsteğe Bağlı)

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Habere yorum yapabilirsiniz.x